30 Mart 2007 Cuma

Schöne Ostern Ferien!

Gönderen Niliş'in Dünyası... zaman: 08:27 0 yorum
"Ostern Ferien" Paskalya Tatilinin Almancası oluyor ve bizi ilgilndiren kısmıda yaklaşık 2 haftalık bir tatil olması:-) Biz şu an tatile girmiş durumdayız. Bu tatilin en güzel tarafıda etrafımızdaki heryerin boyanmış, rengarenk yumurtalar ve tavşanlarla dolu olması.
Paskalya bahar festivallerinin olduğu bir dönem ve ayrıca Hristiyan ülkelerde Hazreti İsa'nın dirilişinin kutlandığı dini bir bayram.
Festival ile bağdaşmış olan gelenekler verimliliğin sembolü olan "Paskalya Tavşanı" ve farklı renklerle boyanmış baharın güneş ışığını temsil eden "Paskalya Yumurtaları" ile yaşamaktadır.
Paskalya bayramı her yıl ilkbaharda ilk gündönümünden sonraki ilk dolunay sonrası ilk pazar günü kutlanır. Böylelikle Paskalya hiçbir zaman 22 Mart'tan önce veya 25 Nisan'dan sonraya rastlamaz. Bu yılda 02 -15 Nisan arasında kutlanacak!

Klagenfurt Maceramız :-)

Gönderen Niliş'in Dünyası... zaman: 03:14 0 yorum
24.03.2007 C.tesi günü sabahın erken saatlerinde yine çıktık yollara. Bu kez hedefimiz Klagenfurt'tu! Önceki haftadan tecrübeli olunca öyle çok büyük beklentilerle çıkmadık yola. Amacımız sadece güzel bir gün geçirmekti. Bu kez yolda bize eşlik eden başka arkadaşlarımızda vardı. İtalyan kat arkadaşımız ve onun Polonyalı arkadaşıyla çok güzel bir dörtlü olduk. Eğlenceli olacağı öyle belliydi ki taa en başından. Yine güzel bir tren yolculuğunun ardından Klagenfurt'taydık! Bu yan taraftaki resimde bulunan heykel Klagenfurt'un meydanında bulunan ve adeta şehri sembolize eden Dragon Heykeli! Bu kez hem yolculuğumuz hem de şehir turumuz fazla uzun sürmedi çünkü şanssız bir gündü bizim için. Şanssızlığımız havanın bozuk olmasıyla başladı. Yağmurlu ve soğuk bir gündü ama biz tabii "Yağmuru da pek severim, Yağmur altında yürümesi ne hoştur!" diyerek tadımızı kaçırmamaya çalıştık.
Şehirde çok güzel bir göl varmış ve bu gölün bulunduğu yerde Minimundus Park isminde bizim Minyatürk benzeri mutaka görülmesi gereken bir yer varmış. Ama hava koşullarının kötü olması nedeniyle kapalıymış, gidemedik, göremedik :(
Klagenfurt'un en çok gezilmesi ve görülmesi gereken yerleri kapalı olduğu için biz sadece şehir merkezinde zaman geçirmek zorunda kaldık ama heryer öyle renkli, öyle sevimliydi ki en azından ben halimden çok memnundum.
Günümüzün büyük kısmını Klagenfurt'ta yağmur altında yollarda dolaşarak ve gördüğüm her tavşanın, yumurtanın yanında fotoğraf çekerek geçirdik.
Bu arada Avusturya'da şu an Cumartesi bileti denen bir indirim var ve 11 Euroluk bu biletle o günde ne kadar çok dolaşırsak dolaşalım, ne kadar trene binersek binelim ÖZGÜRÜZ. Başka bir ödeme yapmak zorunda değiliz. Durum böyle olunca bizde dedikki madem burada yapacak birşeyimiz kalmadı öyleyse bizde yakınlarda bir yere daha gidelim. Atladık trene ve soluğu yarım saat mesafedeki St. Vein kasabasında aldık. Artık bütün enerjimiz bitmek üzereydi ki, hemen minik bir kafe bulduk. İçimizi ısıtan kahvelerimizi içtikten sonra da artık dönüş yolunu tuttuk. İşte bu da son fotoğraf!

28 Mart 2007 Çarşamba

Salzburg Eyaleti!

Gönderen Niliş'in Dünyası... zaman: 16:15 0 yorum
Gectiğimiz hafta aslında belki daha da öncesindeki hafta yani 17 Subat C.tesi günü 4 saatlik bir tren yolculuğunun ardından Avusturya'nın kendisiyle pek bir övündüğü şehirlerden biri olan Salzburg'daydık. Tren yolculuğunu küçüklüğümden beri hep çok sevmişimdir. Avusturya'da tren yolculuğu yapmaksa başka bir keyif çünkü trenler her zaman vaktinde kalkıyor ve ne zaman hangi durakta durup, nerede aktarma yapacağımız konusunda her zaman fazlasıyla bilgiye sahip olmamız sağlanıyor. Aynı zamanda trenlerin 2. sınıf kısmı bile fazlasıyla komforlu. Aslında belki de benim gibi beklentilerini her zaman minimum tutan birisinin söylediği iyimser sözlerdir bunlar. Neyse Salzburg'a geçmeden trendeki teyzelerden bahsetmek istiyorum. İki Çeçen teyzenin bulunduğu kompartımanda kendimize yer bulduk ve teyzelerin Fransızca konuştuğunu öğrendiğim an benim için günün ilk güzel anıydı. Buraya gelmeden önce ODTU'de iki kur Fransızca aldığımdandır herhalde. Tabi biraz da Fransızcayı öğrendikçe artan ilgimle de alakalı olsagerek. Teyzeler öyle sevimliydi ki, surekli bizimle konuşmaya çalışıyorlardı. Nasıl mutlu oldum orada ağzımdan her çıkan doğru kelimeyle beraber! Kimbilir Paris'e gidip sadece birkaç kelime bile olsa konuşsam ne kadar mutlu olurdum!

Salzburg'a yaklaşırken bir ara trenden dışarı baktığımı hatırlıyorum da nehir harika görünüyordu. Graz'ın ortasından da nehir geçiyor ama bu bambaşka bir görüntüydü. Nehrin rengi ayni Canim Silivrimin denizinin rengiydi. Cam göbeği deriz biz o renge :-)
Salzburg, genel olarak küçük ve sevimli bir şehir ve içinden Tuna nehrinin o muhteşem renge sahip kolu geçiyor. Vardıktan sonra azda olsa bir hayalkırıklığı yaşadık çünkü öve öve bitiremedikleri Sevgili Mozart'ın memleketi Salzburg'a özel hiçbirşeyle karşılaşamadık. Tabii mutlaka gezilmesi ve görülmesi gereken yerlere henüz gitmemiştik ama ben daha büyülü bir şehir, daha farklı bir atmosfer bekliyordum.
Ellerimizde haritalarla gezilmesi gereken yerlere gitmeye başladık. Bunlardan ilki Schloss Mirabell - Mirabell Sarayı idi. Sarayın bahçesi çok güzeldi. Orada yaşayanlar için çok özel olduğu öyle belliydi ki! Bir sürü gelin-damat adayı gördük üzerlerinde gelinlikler ve damatlıklarla. Bu bahçe Mirabellgarten olarak anılıyor ve geleneksel olarak evlenecek olanlar önce bu bahçede ki çardaktan geçiyor sonra da kiliseye gidiyorlarmış!
Ardından Mozart'ın doğduğu evin önünden geçtik ayrica Mozart'ın müzesinin de bir kısmını gördük. Mozart'la ilgili olarak özel çikolatalrdan tattık ve ayrıca kedimize hatıra olsun diye çokta küçük olmayan tahtadan yapılmış sevimli Mozart kuklalarından aldık.

Sonraki durağımızsa şehrin en meşhur ve görülesi yeri aynı zamanda da son gördüğümüz yeri oldu. Durağımızın adı Hohensalzburg yani Salzburg'da bir tepede bulunan kalenin adı. Hohensalzburg kalesi 1077 yılında başpiskopos Gebhard tarafından yapılmış ve aynı zamanda Orta Avrupa'nınen büyük, günümüze dek tam olarak muhafaza edilmiş tek kalesi olma önemine sahip. Kale öyle güzel bir yerde ve öylesine büyük ki, oraya girdikten sonra içerideki herşeyi gezip görmek neredeyse yarım günümüzü aldı. Hepsi de ilgi çekici, gerçekten de görülmesi gereken şeylerdi. Kaleye çıkarken yürüdük ama dönüşte o tepeden aşağıya inip çıkan tramvay tipi bir araçla aşağıya indik. Söylenecek çok şey olsa da gerçekten en önemlisi sanırım manzaraydı. Evet, bütün şehir tam anlamıyla kartpostallık bir görüntü veriyordu bizlere. Bu görüntünün resmini çekmek için çokta profesyonel olmak gerekmiyordu. Ben denedim en azından :-)
Salzburgla ilgili olarak aklıma ilk gelen ve dikkatimi en çok çeken tramvay şeklindeki otobuslerdi. Dünyanın başka bölümlerinde eminim çok daha farklıları vardır ancak bildigimiz tramvay hattına bağlı otobusleri ilk defa gördüm ve bana epey ilginç geldi.
Şimdilik bu kadar ;-)

18 Mart 2007 Pazar

Bulut mu Olsam?

Gönderen Niliş'in Dünyası... zaman: 14:41 0 yorum
Denizin üstünde ala bulut
Yüzünde gümüş gemi
İçinde sarı balık
Dibinde mavi yosun
Kıyıda bir çıplak adam
Durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,
Gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
Yosun mu yoksa?
Ne o, ne o, ne o...
Deniz olunmalı, oğlum,
Bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla...

-Nazım HİKMET-

Nedenini bilmiyorum ama hani olur da bazen birşeyler fazla anlam ifade eder ya insana işte öyle hissettim okuduğumda bu şiiri ve düşündüm ne de olsa artık benim bir bloğum var dedim.. Sonuç mu işte şiir yukarıda:)

Merhaba!...

Gönderen Niliş'in Dünyası... zaman: 11:32 1 yorum
Bu anı gerçekten de iple çekiyordum..
Çok mutluyum bu başlangıçtan dolayı..
Paylaşacak çok şey olacak :)
 

Nilişin Dünyasına Hoş Geldiniz! Copyright © 2011